Uyuni turu, üçüncü gün

Sabah 4.15’de kalktık. Baş ağrısı hariç kendimi iyi hissediyorum. Sırt çantalarını topladık, emanete bırakıp karanlıkta yola çıktık.

Yarım saatte göle vardık, sonrası, yavaş yavaş suyun içinde güneşin doğuşunu gözlemek için meşhur tuz otele doğru devam ettik. Yalnız pimpirikli Nilfer aracına fazla tuzlu su bulaşmasın diye oldukça yavaş gidince neredeyse geç kalıyorduk. Demek bu nedenle herkesten yarım saat önce depar vermiş, şimdi anlaşıldı.

Tuz otele gelince ayakkabıları çıkarıp terliklerle suya girmek gerekiyordu ama bu benim, üstelik bu halde en son yapacağım iş idi. Kıyıdan, kuru yerlerden, suda çizmelerle gezinen Japonları kış kışlıyarak kendime fotoğraf çekecek alanları yarattım.

Güneşin doğuşu sırasında, renkler, hiç kıpırdamayan su, tek deklanşörde on derece koyu filtre ile yapılmış uzun pozlama etkisi yaratıyordu.

Ama güneş herhalde dört bin metre yükseklikte olduğumuzdan karşı dağdan pasparlak çıktı. O kızıl güneş olayı olmadı ama öncesi, mavi saat vakti muhteşemdi. Hava biraz aydınlanınca, tuz otelin içinde tuz masa ve sandalyelerde kahvaltı yaptık.

Burada çeşitli ülkelerin bayraklarının olduğu bir alan var, şoförler bana Türk bayrağı var mı diye sordular. Ben de camlardaki Varuna gezgin, Cafe del Mundo, Eskişehir stickerlarını gösterip bakın bayrak yok ama Türk izleri burada dedim.

Tekrar cip ile suyun içinde bir tur attık, önce sulu bir yerde durduk. Ayakları üşümeyen arkadaşlar bir kez daha buz gibi suya girdiler. Sonra rüzgardan suyun biraz çekildiği bir yerde araçlardan indik. Turistler sonsuzluğun ortasında çeşitli maymunluklar yaparak ilginç pozlar yaratmaya çalıştılar.

Gölün suyu nisandan sonra bizim tuz gölü gibi çekiliyor, bir de o zaman gelmek lazım…

Tren mezarlığı

Göl çıkışında hediyelik ıvır zıvırların olduğu yerde kısa bir mola verip yine Uyuninin meşhur tren mezarlığına yollandık. Burası eskimiş trenlerin atıldığı kimsenin umursamadığını yerken, turizmle birlikte bir anlam kazanmış. Şimdi millet geliyor, üzerlerine çıkıp fotoğraf çektiriyor, salıncaklarında sallanıyor.

Öğlen yemeğine oteli ayarlamışlar. Artık tur burada bitiyor, yemekte iki özel çeşitimiz var. Lama eti ve kinoa pilavı. Lama eti, artık pişirmeden mi bilmem, bana tatsız tuzsuz bir şey gibi geldi. Zaten mide olayı yüzünden hala az buz yiyorum.

Kinua

Kinua ise, bir tahıl çeşiti, pilav gibi yapılıyor. Son yıllarda Avrupada diyet menülerinde meşhur olmuş. Rehber-şoförümüz Nilfer aynı zamanda bir kinua üreticisi. Sadece bu bölgede biliniyormuş. İspanyolca, quinua, İngilizce, quinoa ve Quechua dilinde kinwa yada kinuwa olarak yazılıyor. Yüksek oranda magnezyum içeriyormuş. Bana pek tatsız geldi ama bizim usül tereyağında yapılsa lezzetli olabilir. Zaten daha çok pilava arpa şehriye gibi katılarak tüketiliyor. (Türkiye’de bulgur gibi yaptık, çok lezzetli oldu)

Bu kinua bir kaç yıl sonra Türkiye’de de meşhur oldu. Adı İngilizceden çevirme kinoa oldu.

Tur bitti, yola devam

Yemekten sonra saat iki buçuğu, yani iş yerlerinin açılmasını beklerken çorapları falan yıkadım. Biraz dinlendim. Kendimi iyi hissettiğimden burada kalma fikrini değiştirip, otobüs bileti almak için yazıhanelerin bulunduğu sokağa gittim.

Potosi’ye giden en iyi iki şirket Diana ve Emperador’da sadece birer koltuk kalmıştı. Ben de en arka köşe yerine en arka ortayı seçip Emperador’dan bileti saat yediye aldım.

Sonra hostele döndüm, avluda taşın üzerinde beklemek biraz zor gelince, parasını vereyim iki saatliğine bir oda verin dedim ama derdimi bir türlü anlatamadım. Temizlenmemiş olsun, fark etmez diyorum. Doña Mariana, dur az bekle, şimdi derken bir saat geçti. Elemanın biri gelmemiş, iki kadın harıl harıl bir taraftan elde çarşafları yıkıyor, diğer taraftan odaları hazırlıyor. Baktım olmuyor müdüriyet odasına kapağı atıp, Barcelona-Atlético Madrid maçını bir gün gecikme ile izledim.

Potosi otobüsü tam saatinde kalktı. Yolcular arasında tek turist benim. Backpacker ahalisi beş, on bolivianos fark yüzünden dandik şirketlere gitmişler, beş saatlik yolda bir, iki lira fark için.

Otobüsde yanıma eskiden rehberlik yapan bir eleman düştü. Ama şimdiki işinden de memnun değilmiş rehberliğe dönecekmiş. Türkiye üzerine az buçuk bilgisi var. Backpacker turizminden rahatsız, buraya paralı turist gelmiyor diyor. Bolivyaya gelen maksimum turist sayısı yüz binmiş (gerçi daha sonra başka bir rehber elli bin civarında dedi)

Gece yarısı Potosi

Otobüs gece on ikide Potosiye vardı. Uyuni otobüsleri ex-terminal denilen cadde üstünde duruyor. Burada bir sürü otel var. Bizim eski Aksaray ya da kasaba otelleri tarzında. Kimisinde banyo ortak, kimisinde oda içinde.

Otel olayında bana yardım edecek rehber arkadaş kapısını çaldığı rezervasyonlu otelinde oda yok cevabı alınca telefona sarıldı. Bu sırada, otobüste önümüzde oturan, elemanın arkadaşı laptoplu bir kız da bizimle. Aynı şirkette çalışıyorlarmış. Kız baktı elemandan hayır yok, ara sokağa daldı. Ben de peşinden gittim. Kızın kapısını çaldığı Socavon otel “yer var” dedi. Banyo ortak, elli bolivianos. Baktım kız orada kalıyor, ben de kalıyorum dedim. Bu sırada kız telefon etti, rehber arkadaşın rezervasyonunu bulmuşlar, oda vermişler. Böylece dünyanın en yüksek şehrinde geceyi geçirmiş oldum. Nefes alma problemi yaşamadım. Oda soğuk olmasına rağmen, nihayet, günler sonra, rahat bir uyku uyudum.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Bir Cevap Yazın