Penang

Filipinler’de iki ay geçirdikten sonra Malezya’nın Penang eyaletinin aynı isimli adasında bulunan başkenti, Lonely Planet’in Malezya’da tek geçtiği, ismi İngilizlerden miras Georgetown şehrine geldim.

Penang eyaleti, Malezya’nın kuzey batısında yer alıyor, Penang adası ve ana karada bulunan bir bölümden oluşuyor. Ada biri 8 öbürü 17 kilometre uzunluğunda iki köprü ile ana karaya bağlanıyor.

Malay dilinde “pulau” ada demek. Penang’ı ise “pineng” olarak telafuz ediyorlar. Ada nüfusunun yüzde 45’i Çinli, yüzde 36’ı Malay, kalanı da Hintlilerden oluşuyor. Ayrıca buraya yerleşmiş bol miktarda Avrupalı, Arap vesaire nüfus var. Burada bir sürü Uluslararası, özellikle teknoloji şirketinin merkezleri mevcut. Şehri şöyle bir dolaşınca zenginliği anlayabiliyorsunuz, bir nevi küçük Singapur. Asya’da yaşam kalitesi en yüksek seçilen yerlerden bir tanesi. Yollarda tüm otomobiller yeni, tarihi bölge dışında, aynı ABD’de olduğu gibi yaya yürüyen bir ben vardım.

Yemek kültürü

Bu küçük adada Çinli, Malay, Hintli kültürü karışmış, içine British sosu eklenmiş. Üstüne ufak ufak, baharat olarak Ermeniler, Yahudiler, Japonlar, Taylılar, Filipinliler, ve hatta Almanlar dökülmüş. Ortaya “dediklerine göre” müthiş bir yemek kültürü peydah olmuş. Böyle yazdım çünkü ben hep hamburger yediğimden bu kültürü pek tadamadım 🙂 Şaka şaka, bir ucundan tattım ama daha iyi örnekleri görmek için herhalde ya daha iyi araştırmam yada pahalı yerlere gitmem lazımdı. Laf aramızda Time Magazine, CNN Travel, burayı Asya’nın en iyi sokak yemekleri yenen yeri olarak seçmişler. Şehir bütün bu çeşit değerlendirmelerde her zaman ilk ona giriyor.

Penang’tan bir lokanta

Yemek kültürü demişken, şehirde çok pahalı olmasına rağmen bol miktarda alkol tüketilebilecek mekan bulunuyor. Restoranlarda ise Müslüman olmayan nüfusun yoğun tüketiminden dolayı domuz eti kullanılıp kullanılmadığı muhakkak belirtiliyor.

Bildiğiniz yada bilmediğiniz gibi Malezya eyaletlerden oluşan bir devlet. Her eyaletin kendine göre yasaları, kültürü, ıvır zıvırı var, yani net anlaşılacağı şekilde söyleyeyim bir kaç eyalet şeriat esaslarına göre yönetilirken, bir kaç tanesinde de böyle her tarafta barları, kocaman “pork” yazan restoranları görebilirsiniz. Ülke genelinin yüzde 55’i Müslüman Malay, yüzde 25’i Çinli Budist, geri kalan çeyreği de Hindu, Hristiyan falan. Bunları niye anlatıyorum, asıl konumuz olan Penang eyaleti daha iyi anlaşılsın diye.

Bir şekerlemeci tezgahı

Bu genel bilgileri verdikten sonra gelelim ben neler yaptım. Daha doğrusu her yaptığımı yazmıyorum, gezginlerin işine yarayacak tecrübelerimi paylaşıyorum. Yoksa sabah tuvalete gittim ile başlamanın kimseye bir yararı yok (yapanlar var da).

Tayland vizesi

Vardığımın ertesi günü ilk işim vize için Tayland konsolosluğuna gitmek oldu. Georgetown’da en etkili ve ucuz ulaşım Uber, bu konuyu daha önce yazdım, tekrar etmeyeyim. Gelen Uber taksicisi türbanlı bir kadındı. Elinde bir sayaç, tık tık basıyor. Dayanamadım sordum, “bizim dinimizde meditasyon” diye başlayınca jeton düştü. Yahu bunu yıllar önce anneme almıştım, daha kimse bilmezken. Yolculuklarda bazen böyle oluyor, bağlantı kopuyor. Yalnız “tespih çekmeyi” meditasyon olarak anlatması bayağı hoştu. Çünkü “meditasyon” denince aklımıza hemen Budizm falan geliyor. Bunları konuşurken yol bitti ama Google Map’te konsolosluğun yeri doğru gösterilmemiş, çevresinde bir kaç tur attıktan sonra birine sorup öyle bulabildik.

Uber şoförü

Sabah 9’da tam açılış saatinde oradaydım. Pasaportun bir fotokopisi, iki vesikalık istediler. Kapıda bir eleman tezgahı kurmuş, fotokopi, vesikalık çekme, bilet alma gibi işlemleri yapıyor. Vesikalık vardı. Pasaportun fotokopisini çektirdim. Bir de söylemediler ama gerekli olduğunu bildiğim, Tayland’tan başka bir ülkeye alınmış uçak biletini, telefondan e-mail ile elemana gönderip, bastırdım. Eleman bu iki baskı için 12 ringit aldı. Yani siz siz olun bu belgeleri son ana bırakmayın.

Sonra gişeden bir form verdiler İçeride Abdülmalik form olayına yardım etti, on ringit bahşişi kaptı. Gişeye 150 ringit verdim, pasaportu ertesi güne vereceğiz dediler. Bu vize iki aylık ve Tayland’ta bir ay daha uzatılabiliyor diye biliyorum. Tayland bu aralar sürekli değişiklik yapıyor. Geçen ay bir arkadaş bu vizeyi bedava aldı. Orada bir Türk vardı, daha önce buradan uzatmış, bir daha ki sefere Türkiye’den vize alacaksın dediler. Eskiden böyle değildi. Neden vize aldığımı bir önceki yazıda anlattım, merak eden oraya baksın.

Georgetown

Öğleden sonra Unesco Dünya Mirası listesinde bulunan şehir merkezini dolaştım. Çok geniş bir alan değil, yürüyerek dolaşılabilir. Sıcakta çok yürümek istemeyenler ise bu tarihi bölgenin içinde bedava ring seferleri yapan CAT otobüslerini kullanabilirler, takdir etmek lazım, çok güzel bir hizmet. Biraz uzaklara gitmek için ise normal belediye otobüsleri “Penang Rapid” kullanılıyor. Daha önce yazdığım gibi bunlara “exact fare” vermek lazım, para üstü yok.

Akşam Red Garden Food Paradise’ta yemek yedim. Çince, İngilizce canlı müzik var. Perşembe akşamları ladyboy gösterisi varmış ama kaçırdım. Litrelik Skol bira 14 ringit.

İkinci gün; öğlen Tayland konsolosluğundan vize kağıdı yapıştırılan pasaportumu aldım. Sonrası bedava CAT otobüsü ile şehrin öbür ucunda bulunan Clock Tower’a gittim. Çünkü karşısında Langkawi için feribot bileti satılıyor, ücreti vergi dahil 70 ringit.

Kapitan Keling Cami

Kalan zamanda yolda yürürken aynı koğuşta kaldığımız Alman kıza rastladım. Bir kaç tane Malay, Çin ve Hint tapınağı ziyaret ettim. Kapitan Keling Camisine girdim, içerideki görevli yerlerde yatanları gösterdi “bunlar Suriyeli” dedi, sonrada bahşiş istedi.

Kuan im Teng tapınağı

Budist mabeti Kuan im Teng bina olarak çok önemli olmasa da dua eden, yaktıkları kağıtları, meşaleleri büyük kazanlara atanları görmek açısından bayağı ilginç idi. Tam duman ortamı :).. Sonrası gittim yine Mugshot kafede yoğurt yedim, içine az biraz şeker ekliyorlar ama fena değil.

Üçüncü gün; Kek Lok Si tapınağına gittim. Burası Malezya’nın en önemli Budizm merkezlerinden birisi. Penang caddesinden geçen Ayer Itam otobüsü 203 numaraya bindim. Rehber kitaplarda Komtar’dan kalkar diyor ama, bu caddeden geçip sonra Komtar’dan yolcu alıyor. Fiyatı 2 ringit idi, “exact fare” vermek zor olmadı. Otobüs şoförü türbanlı genç kızdı. Sonra yine bir başkasını gördüm, türbanın içine, yanağına kocaman telefonu sabitlemiş, öyle belediye otobüsü kullanıyor. Türkiye’de yıllar önce bir kadın otobüs kullanmıştı da olay olmuştu. Neyse, konumuza dönelim. Bu tapınaktan son durağı Penang Hill olan 204 numaralı otobüs de geçiyor. Daha doğrusu otobüsler aşağıdan, köyden geçiyor. Sonra tapınağa tırmanmak gerekiyor. Tapınağa giden yol tamamen hediyelik eşya ve restoranlar ile kaplanmış vaziyette.

Kek Lok Si tapınağı
Kek Lok Si tapınağı

Tapınakta görülecek iki önemli nokta var. Biri 30 metre yüksekliğinde bronzdan yapılmış Guanyin heykeli. Buraya füniküler ile çıkılıp inilebilir. Gidiş dönüş fiyatı 6 ringit. Gişede iki kilometre, zor çıkılıyor falan dediler. Çıkınca gördük ki o kadar da değilmiş. Hadi o sıcakta çıkılması tamam da, inmek için para vermeye gerek yok. Buradan sonra Pagoda’ya gidilebilir, onunda girişinde 2 ringit alıp bilet falan vermiyorlar.

Tapınak ziyaretinden sonra aşağı indim, hemen köşedeki Çin lokantasında bir “seafood fried noodle” yedim, gerçekten çok lezzetli idi. Demek ki ara sıra hamburgere ara verip bunları denemek lazımmış. Üstelik fiyatı da daha ucuz.

Şehre geri dönmek için otobüs durağına gittim, Endonezyalı bir çift “Penang Tepesine gideceğiz, bizimle taksi paylaşır mısın?” dediler. Payıma bizim para ile bir buçuk lira düşüyordu. Tamam orayı göreyim bari diyerek kabul ettim ama Penang Hill’e varınca füniküler ücretinin gidiş dönüş 30 ringit olduğunu görünce bu fikrimden hemen vazgeçtim. 204 numaralı otobüse binip şehre geri döndüm.

Armenian Street sokak sanatı örneklerinden
Armenian Street sokak sanatı örneklerinden

Öğlen hostelde klimalı ortamda biraz serinledikten sonra sokak sanatı örnekleri ve bir takım tapınaklar bulunan Armenian caddesine gittim. Fotoğraflarımı çektim. Bu sokak sanatının müsebbibi (nasıl da seviyorum bu eski kelimeleri) Ernest Zacharevic isimli Litvanyalı bir sanatçı. Öylesine dolaşırken gördüklerimi çektim. Millet haritalar ile sokak sokak bunları arıyor. Tabi bir de esinlemeler olmuş, özellikle bazı turistik mağazalar da bol miktarda benzer örnekleri mevcut.

Chew Clan Jetty
Chew Clan Jetty

Khoo Kongsi kapanmış, onu ertesi güne bıraktım. Dolaşırken ellerinde harita bir yere giden Çinli turistleri gördüm. “kesin bunlar önemli bir yere gidiyordur” diye peşlerine takıldım, yanılmamışım 🙂 Böylece Chew Clan Jetty iskelesini de görmüş oldum. Meğer görülmesi gereken yerlerden biri imiş. İlk göç eden Çinlilerin tahtadan deniz üzerine inşa ettikleri evlerin bir kısmı şimdi turistik hediyelik eşya ve restoran olarak hizmet ediyor.

Dördüncü gün; meşhur plaj bölgesi Batu Ferringhi’ye gittim. Bu ismin “ferringhi” bölümü elli değişik biçimde yazılıyor (ferringgi, feringghi, ferringghi). Buraya yine Penang caddesinden geçen 101 numaralı otobüs ile gittim. Bu sefer 2.70 olan ücretin kuruşlarını kuruşu kuruşuna verdim. Aynı yöne Havaalanından gelen 102 numaralı otobüsle de gidilebilir.

Rehber kitaplar Batu Ferringhi’nin sadece adı olduğunu plajın kirli olduğunu yazmışlar, haksız da değillermiş. Yol boyunca bir sürü devasa otel inşa etmişler, çok güzel kum plaj var ama deniz nanay. Sadece görmek için gittim, plajda bir yürüdüm ve geri döndüm. Koğuştaki Alman kız iki gündür adanın öbür ucundaki Milli Parka gidiyor, orada deniz daha iyi imiş galiba. Maymunlar falan da varmış. Ben o kadar uzağa gitmeye üşendim.

Khoo Kongsi Clan House
Khoo Kongsi Clan House

Öğleden sonra bir Hint lokantasında yemek yedim ama beğenmedim. Sonra Khoo Kongsi müzesini ziyaret ettim, giriş 10 ringit. Şimdi bu 650 yıllık binaya tapınak da deniliyor ama aslında bir “clan house”. Anladığım kadarıyla, Çinliler buraya göç ettiklerinde, aynı köyden, aileden, soydan olanlar böyle klan evleri kurmuşlar. Burayı bir dini yapı, bir toplanma yeri, içlerindeki fakir fukaralara yardım edilen sosyal bir olarak ortam olarak kullanmışlar. Binanın süslemeleri muhteşem, her noktası bir sanat eseri. Alt katında ise, Çinlilerin göçleri hakkında bilgi veren bir müze bölümü var.

Müze ziyaretini de tamamladıktan sonra sokaklarda yürümeye devam ettim, bu şehirde her köşede insanın karşısına bir şey çıkıyor, Unesco boşuna Dünya Mirası listesine eklememiş. Her an “kadim bir şehirde” olduğunuzu hissediyorsunuz. Belki kültürel açıdan pek zengin olmayan Filipinler’den geldiğimden böyle hissettim, belki gerçekten şehri havası bu. Bu kaldığım beş günün sonunda çoğu zaman “buraya bir daha gelirim” diye düşündüm. Adada daha görülecek bir sürü yer var, mesela şu meşhur Yılanlı tapınağa gidemedim (unuttum..), onları da artık bir sonraki gelişe (gelebilirsem) bırakayım. Ama bir daha gelirsem kesin adam gibi bir kamera getiririm, cep telefonu ile fotoğraf bu şehre pek yakışmadı..

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Bir Cevap Yazın