Wilderness, Plettenberg

Bu sabah eşyaları toparladık. Sonra John ile plaja indik. O da bize takıldı, akşam aynı istikamete doğru yol alacağız. Ama Baz Bus’ın gelmesine daha çok var. Böylece Afrika’nın ucunda da denize girme şerefine nail oldum. Ne denizi olduğunu bile bilmiyorum, daha sonra haritadan bakar yazarım (Hint Okyanusu imiş). Denize girdik ama öylesine, dalgalar bayağı sert, insanı içeri çekiyor. Daha ilerisi köpekbalığı bölgesi, fazla yüzülmüyor. Öğlen güneşi epey bir yakıcı, sahilde uzun bir yürüyüş yaptım. John koştu. Arzu’yu ise güneş çarptı, backpackers’a geri döndük. Baz Bus’ı bekliyoruz. Bu arada İstanbul da galiba kar fırtına varmış, he he he…

Baz Bus’ımız saat 16’da geldi. Şoför tanıdık. Baz Bus bir kaç backpackers’dan geçerek yola devam etti. Böylece çevreyi de biraz tanımış olduk. Çevreyi tarif etmek gerekirse, yeşillikler içinde evler, sahilin iç tarafında gölcükler, bol miktarda guesthouse’lar, İsviçre gibi derler ya, aynen öyle. Derken ormanlık bir alanda siyahların bir köyünden geçiyoruz. Kontrplaktan üst üste yığılmış evler, bir anda Afrika’ya geldik. Ama bu köyü geçince modern Avrupa manzaraları yine başlıyor. Köyden geçerken erken davranıp fotoğraf çekemedim ona üzülüyorum, ışık, renkler çok güzeldi…

Plettenberg

Çıkışımızdan yaklaşık bir saat sonra Plettenberg körfezine geldik. Albergo Backpackers’a yerleştik. Minibüse binenler arasında tanıdıklar var. Albergo’da oda fiyatları yüksek, ben de dorm’da kalalım dedim. Böylece backpackers hayatımda ilk defa dormitory’de kalarak, flashbackers’lıktan backpackers’lığa rütbe-i tenzil oldum. Koğuşta Arzu, ben, bizimle devam eden John ve bir Alman kız var, kalabalık değil. Bir kaç kişi de öbür koğuşta var. Bunun nedeni geçenlerde burada okullar başlamış, yoksa bir hafta önce tüm bu geçtiğimiz yerler full dolu imiş.

Kaldığımız yerin hemen yanında bir süpermarket var. Alış veriş için oraya gidiyoruz. Bu kolonyal geçmişi olan ülkelerde dikkatimi çeken bir şey de, ürünlerin çeşitliliği. Avrupa’da ne varsa hepsi burada var. İnsan neyi satın alacağını şaşırıyor. Alış verişe gelmemizin asıl nedeni kaldığımız backpackers mangalı hazırlıyor, herkes etini alıp “braai” yani barbekü yapıyor.

Bahtsız Alman

Akşam, mangal başında, tek başına gezen, bahçeye kurduğu çadırda kalan bir Almanla biraz muhabbet ediyoruz. Türkiye’de kaldığı zaman; Sultanahmet taraflarında birileri gözünün önünde arabayla bir kızı ezmişler, hatta bir kaç kere ileri geri üstünden geçmişler. Olaya bulaşmış, polise ifade vermek istemiş ama kimse onu iplememiş. Bir Türk arkadaşının düğününde “şanslısın, eşin güzel bir hanım” demiş, damat bunun gözünün üstüne yumruğu yerleştirmiş. Damat Almanya’da doğmuş, tıp okumuş, bir doktormuş. İstanbul’da birileri ile tanışmış, bir kaç gün sonra, bunu pavyona götürüp, hesap zamanı kaçmışlar. Badigardlar bunu bir iyice benzetmiş. Adama Türküz dedik, sadece Türkiye’de başına gelen felaketleri anlattı.

Alman bizim gideceğimiz yerlerden geliyor. Tanzanya’yı sevmemiş, çok üç kağıtcılar diyor. Namibia’da backpacker olarak dolaşmak zor ve pahalı imiş. Botswana’da falan otostop ile dolaşmış. Bir tek bu Güney Afrika’da organize bir şey yapmak zorunda kalmış, yani Baz Bus almış.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Bir Cevap Yazın