Los Angeles

Tijuana’ya bir önceki yazıda bahsettiğim gibi dün gece çok geç bir vakitte varmıştım, ertesi gün, yani ilk gün, oda biraz ısınsın da duş yapayım diye öğlene kadar otelde kaldım. Yani durum vahim, günler sonra fazladan para verip bir oda da kalıyorum ama soğuktan yorganın altından çıkamıyorum. Gerçi Tijuana’da sırt çantalılar için pek fazla seçenek yok. Buraya gelen turistler genelde escort hatunlar için falan geldiğinden dorm sistemi yok yada ben bulamadım.

Öğlen çıktım, Hotel Plaza Hermosa‘nın paralelinde bulunan, sanırım şehrin ana caddesi, Avenida Revolucion’da açık bulduğum bir sokak arası hamburgercide kahvaltı yaptım. Bu gece yılbaşı diye olacak, her taraf kapalı. Hamburgerci’deki elemanlara yılbaşında ne yapılır, nerede kutlanıyor diye sordum. Evdeyiz, bara gideriz falan dediler. Milletin toplanıp kutlama yaptığı bir yer yok mu dedim. Uzakta bir meydan varmış ama onlar da pek emin değillermiş gibi cevaplar alınca iş anlaşıldı dedim. Zaten gece taksi maksi gidecek enerjim yok, yakınlarda varsa bir şeyler takılırım diye düşünmüştüm. Sonra caddede biraz yürüdüm, bu arada dükkanlar açılmaya başladı. Restoranların olduğu bir sokak buldum. Bir de alışveriş mekanları. Sonra otele döndüm.

Akşam yılbaşı yemeği için gündüz gözüme çarpan deniz ürünlü quesadillas yazan salaş bir lokantaya geldim. İki tane istedim, meğer bunların quesadillas’ları Las Quekas’ınkilerin iki misli imiş. Karidesi falan da basmışlar içine. Zor bitirdim. Ertesi gecede buraya geldim ama bir tane yedim 🙂 Meksika’da yediğim en lezzetli yerlerden biri idi. İçeride yemek yiyenler polisler ve sokağın tipleri idi. Turistler, sanırım, kolay kolay buraya girmiyordur.

Yemekten sonra, biraz aşağıda bulunan, dün taksicinin dünyanın en iyi table dans mekanı dediği tam adıyla Hong Kong Gentlemen’s Club’e gittim. Kapıda beş dolar cover aldılar karşılığında bir bira verdiler. Eh işte büyük bir yer, kızlar dans ediyor. Nazar değmesin güzel ve havalı kızlar var. Bu table danstan da hiç bir şey anlamam, burası neden dünyanın en iyisi imiş bilmiyorum, Tayland’da gördüğüm Go Go barlardan bir farkı yok, birayı bitirince çıktım. Hemen bitişikteki, taksicinin daha çok genelev gibi dediği Adelitas’a bir girip çıktım, yılbaşı diye çalıştırıltıklarından olacak, içeride oturan sıkıntılı sıkıntılı oturan bir kaç kız var, table dans falan da yapmıyorlar. Böylece Tijuana’nın şarkılara konu olmuş dünyaca meşhur gece hayatını bitirdikten sonra erkenden otele döndüm. Belki de gece on ikiye doğru, yılbaşı falan diye, daha hareketleniyordur, bilmiyorum. Yılbaşına Tijuana’da uyuyarak girdim, yıla nasıl girersen yıl öyle geçer dediklerinden, bol bol uyumak için genelde her yılbaşı bunu yapıyorum. Bu sene üstüne bir de Meksika uykuculuğu eklenecek 🙂

Ayın birinde de Tijuana’da kaldım, her yer kapalı, ölü bir şehir. Ayın ikisinde sabahın karanlığında yola çıktım, sidik kokan eski püskü bir taksi ile sınıra gittim. Taksi de bir müşteri daha vardı, genelde içinde başka müşteri olan taksilere binme derler, bir de Tijuana gibi sakat bir yerde. Ama taksici efendi adammış, hem normal bir ücret aldı, hem de sınıra varınca gitmem gereken yolu tarif etti, genel duruma bakıp fazla kuyruk yok şanslısın dedi.

Tijuana sınır geçişi uzun kuyrukları, saatlerce beklemeleri ile biliniyor, normalde geçiş iki saat sürüyormuş. Bu arada Meksika sınırından çıkış almadım, birine sordum, bilmiyorum dedi. Meksika’dan kara yoluyla çıkılıyorsa yirmi iki dolar ödendiğini okumuştum. “All Travellers” yazan kuyruğu izledim. Bir baktım ABD Pasaport polisine geldim. Adama da bak Meksika çıkışı almadım, dedim, boş ver dedi. Nereden geliyorsun nereye gidiyorsun bir kaç klasik soru sordu, sonra büyük sırt çantasını es geçip küçük çantayı gösterdi, ne var içinde dedi. Yalandan bakar gibi yaptı, cüzdanı gördü açtı, sadece yirmi iki doların mı var? dedi. Ben Meksika’ya ödemem gerekiyor dediler, onun parası dedim. O da kurtardın parayı der gibi yaptı ve sonra bilgisayarında bir kaç şeye bakıp GEÇ dedi. İleride sırt çantasını taramadan geçirdim, dışarı çıktım, artık ABD’deyim..

Sınırı zırt diye geçtim ama bir gariplik var. Pasaporta damga falan vurmadı. Dışarıda bir polise gittim, durumu anlattım, adamla baktık, o da anlamadı. Pasaportu aldı, içeri sordu ve beni gerisin geriye pasaport kontrole çağırdı. İçeride şef tipli biri geldi, durumu anlattım San Francisco’dan uçuşum var, sakata gelmeyeyim dedim. Bu olmamış hangi acemi yaptı bunu, başın belaya girerdi dedi ve beni SENTRI yazan binaya yönlendirdi. Bu arada kuyruklar yılan gibi uzamış, eyvah dedim, akşama kadar burada kaldık. Girerken Sentri yazan binayı görmüştüm ama Meksika mı Amerika mı nedir anlamadığım için pas geçmiştim.

Sentri de önce 6 dolar vize ücretini aldılar. Aklım hala kara çıkışında, Meksika’ya ödendiği söylenen yirmi iki dolarda. O da Meksika çıkışı önemli değil dedi. Ben de salak gibi Amerikalılara soruyorum, adamı ne ilgilendirir. İkinci bir gişeden Temmuz’a kadar çok girişli vizemi verdiler. Pasaport memuru bana Sentri kuyruğundan bekleme yapmadan geç dedi. Diğer kuyrukların ucu bucağı yok ama Sentri bom boş. Sentri’deki memura gidince, kıl bir şekilde git kuyruğa gir dedi. Ben de hayır beni buraya gönderdiler diye ısrar edince, sanki zor bir iş yapıyormuş gibi girişi yaptı. Böylece bir kez daha ABD’ye girdim.

Çıkışta dolmuşçular Los Angeles deyince yok dediler, otobüslere baktım, Greyhound’da üç saat sonraya yer bulabildim. Adam yer olursa öncekiler ile gidersin dedi ama durak ana bana günü. Ben de bedava İnternet olduğu için Mc Donald’s’da bir kahve aldım, beklemeye başladım. Buçuklarda gelen otobüslere gittim ama yer yoktu. Sonunda bilet aldığım otobüs ile Los Angeles’e vardım. Burada terminalden çıkışta yolun karşısından geçen metro bağlantısı olan Metrobüs’ü tarif ettiler.

Şimdi anladığım kadarıyla Los Angeles’da iki tane public transport sistemi var. Bir tanesi Metro ve onunla bağlantılı Metro Bus, öbürü de DASH. Kaldığım iki gün boyunca Dash’ı hiç kullanmadım.

Greyhound terminalinin önünden Metro Bus ile beni hostelin bulunduğu Hollywood tarafına götürecek metro istasyonuna gittim. Şoföre iki dolar verdim, önündeki boru gibi yere at dedi. Bu sistem para üstü vermediğinden benim 25 cent böylece ücrete dahil oldu. Yani bir otobüs bileti altı lira, Amerika’ya hoş geldin oldu.

Otobüste dikkatimi çeken önünde bisiklet koyma yeri var, biraz da zor oraya yerleştirmek, bir kadınla bir adam bisikletlerini koyuyorlar. Biraz da otobüsü bekletiyorlar, ama şoför bir kaç espri yapıyor, herkes gülüyor falan. Yani şimdi bizde olsa otobüstekiler beklettin diye mızmızlanır, otobüs şoförü surat asar falan..

Metroya gelince şoför bana metronun girişini tarif ediyor, iniyorum, Metro’da İspanyolca konuşan bir çift bir seferlik de olsa, makineden kart alıyorsun diyor. Neyse ki bu para üstü veriyor, bir 1.75 dolar da metroya gidiyor. Günlük kart Metro Day Pass 7 dolar. Metro ve Metro Bus hatlarını en az dört kere kullanınca mantıklı oluyor. Haftalık kart ise 25 dolar.

Hollywood Highlands durağında inip caddeye çıkıyorum, beni bir curcuna karşılıyor. Spiderman, Karayip Korsanı, Süpermen herkes orada, turistler fotoğraf çektiriyorlar falan. Meğer bu hostel tam bunların merkezinde imiş, bu kadar beklemiyordum. Çünkü yirmi sekiz dolara dormda bir yatak bulduğum en ucuz yer, bu Samesun Backpackers idi. Hostele girince Walk of Fame hostele hoş geldiniz yazısını görünce resepsiyondaki elemana doğru mu geldim diyorum. Evet diyor, bugün hostelin sahipleri ve ismi değişti.

Hostele yerleştikten sonra resepsiyondaki elemana ucuza nerede karnımı doyurabilirim diyorum, hamburger diyor ve In-N-Out Burger’in yerini tarif ediyor. İçerisi ana baba günü, en ucuz menü yedi dolar civarında, soğan falan da olsun mu sorusuna evet deyince hesap on doları buluyor, yani otuz lira ve daha sonra baktım, çevrede daha ucuzu yok. Yemeğin gelmesi ise yarım saatten fazla sürüyor.

Los Angeles’te ikinci gün, yedi dolara günlük metro kartı aldım. Metro ile Fashion District denilen yere gittim. Pazar günü olduğundan sokaklarda in cin top oynuyor, Latin tipli birine İspanyolca sordum, adam önce, nedense, korktu, sonra iki üç blok öteyi işaret edip, şu tarafa doğru git dedi. Orada dükkanların açık olduğu yeri buldum. Burası bayağı kalabalık, çoğunluk Latin, İspanyolca ana dil burada. Amacım Las Vegas’a gittiğim için ucuza giyip-atmalık bir mont gibi bir şey almak, ama uygun bir şey bulamadım.

Dönüşte Griffith Observatory’ye gittim. Vermont/Sunset durağında iniliyor. Çıkışta Ladot otobüsleri elli cente tepeye götürüyor. Burası da kalabalık. Metro’dan çıkınca otobüs var. Burası da Los Angeles’de görülmesi gereken yerlerden biri. Akşam hava kararırken aşağı iniyorum.

Burada ufak ama yine dikkatimi çeken bir olay oldu. Otobüse benden önce dört kişilik bir aile bindi, anne ve kız türbanlı, Malezyalı ya da Endonezyalı tipleri var, yani bu aralar Amerika’da Müslümanları ülkeye sokmayın falan deniyor ya, o nedenle belirtiyorum. Neyse parayı attılar, tam sıra bana gelmişti, o sırada otobüsün metroya kadar gitmediği anlaşıldı. Şoför hatun, bunlara gelen otobüse söyleyin para vermeyin dedi. Metroya giden otobüs geldi, bunlar durumu anlatmaya çalışırken, yine kadın olan otobüs şoförü, olayı anladı, “OK, no problem” diyerek bunları aldı. Şimdi bu olay da Türkiye’de olsa devamı nasıl olurdu diye düşünmedim değil.

Böylece Los Angeles olayını bitirdim, yarın Las Vegas’a gidiyorum..

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Bir Cevap Yazın