Santiago, ilk gün

Santiago’da evde kalıyorum ya, öğlene kadar zamanı çamaşır yıkayarak, İnternet’te dolaşarak geçirdim. Kaldığım bina, 29 katlı, çatı katı barbekü yapanlara ayrılmış yeni bir bina. Maria’nin evi 14. katta, elli metrekare kadar. Oturma odasından biraz feda etmişler, bir yatak sığacak kadar ikinci bir oda çıkmış. Bence kullanım açısından iyi olmamış ama benim gibi misafirler için iyi. Ben olsam böyle stüdyo evde mutfağı açık yapar, bu odayı da salona katardım. Neyse bu modern ve şirin, merkezi dairenin fiyatı bizim paramızla yüz on bin lira, kira getirisi ise altı yüz elli lira kadarmış. Sao Paulo’da benzer yerler üç bin lira idi.

Bedava İnternet sadece giriş katında. Aynı katta, üstten kapaklı çamaşır makineleri ve kurutma makineleri olan bir çamaşırhane de var. Resepsiyondan dört liraya jeton alınıyor. Önce deterjan, sonra çamaşırlar koyuluyor, sonra kapağı kapatılıp jeton ile çalıştırılıyor. Program olarak, soğuk, ılık, sıcak basit şeyler var. Yarım saatte yıkıyor. Bahçede ise binanın gayet büyük bir havuzu var.

Santiago’yu dolaşma

Maria, tatilde ufak bir gıda zehirlenmesi geçirmiş, o nedenle işe gitmiyor. Öğleden sonra bana eşlik edebileceğini söyledi. Çıktık, yaya caddesi olan Paseo Bulnes’ten yürümeye başladık. Caddenin sonunda Palacio de Moneda gözüküyor. Allende’nin ölene kadar mücadele ettiği meşhur bina. Burayı geçince şehrin bir anlamda gerçek merkezi başlıyor. Geniş caddeleri, alışveriş merkezleri, pasajlar, yaya alanları, modern ve eski mimari binaları ile tipik bir Avrupa metropolü görüntüsü. Pasajlardan birinde Bosphorus isimli nazar boncuğu ve benzerleri gibi Türkiye’den ürünler satan bir dükkana da rastlıyorum.

Sonra, turizm ofisi, tarihi Postane, Milli Tarih Müzesi, Katedral falan gibi önemli binaların bulunduğu, satranç oynayanların özel bir alanı olduğu Plaza de Armas’tan ilerleyip Mercado Central’e geliyoruz. Burada deniz ürünleri satılıyor, aynı zamanda balık restoranları var. Bu pazarı geçince yeni yapılmış, alt katında daha çok sebze, meyve satılan Mercado de Abastos var. Onun arkasında da Maria’nın favori yeri La Vega pazarı. Bunun da ortası ufak restoranlar. Ama gözüm burayı pek tutmuyor, bir şeyler yemek için Mercado Central’e dönelim diyorum. Orada nispeten ucuz bir balık lokantası buluyoruz. Maria hastalık nedeniyle sadece balık çorbası içiyor, ben de püre eşliğinde ızgara balık yiyorum. İki kola falan hesap otuz lira kadar tutuyor. Balık, corvina diye bir şey, eh işte, ama bu paraya bu kadar. Zaten bu büyük okyanus balıklarının pek tadı olmuyor.

Yemekten sonra buranın en meşhur müzesi Museo Chileno de Arte Precolombino’yu ziyaret edecektim ama kapalı imiş. Bu aralar önemli müzelerin hemen hepsi restorasyon dolayısı ile kapalı.

Müze olmayınca Katedral’e girdim. Devamında Bellas Artes müzesine doğru yürüdük. Burası bohem mahalle, özellikle Lastarria caddesinde gayet şık restoran, kafeler var. Sonrası yine bu caddelerden yürüyerek eve döndük. Yani Lonely Planet’in çizdiği yürüme turunu fazlası ile yapmış olduk.

Akşam yemeği için sabah yürüdüğümüz Bulnes caddesindeki ufak bir yer olan meşhur böcekçiden (empanada) bir çift börek aldım. İki börek 1800 pesos, altı buçuk lira. Börekler bayağı büyük, akşam ancak birini yiyebildim, öbürü kahvaltıya kaldı.

Sonra mahallenin büyük süpermarketine gittik. Fiyat analizleri yaptım. Sonuç, Şili ile Türkiye arasında ekonomik olarak bir benzerlik var. Yaşam standartı hemen hemen aynı. Özellikle orta sınıf açısından. Sebze, meyve bizden biraz daha ucuz gibi o kadar.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Bir Cevap Yazın