Chuy ve Cabo Polonio

Dün bütün gün plajda geçtikten sonra bugün Punta del Diablo’dan ayrılıyoruz. Katrin kaldığımız kabanyayı on günlüğüne kiraladı. Burada sezon kısa ve insanların asıl gelir kaynaklarından biri, bu cabaña dedikleri ailelik bungalovları özellikle Arjantin ve Brezilya’dan gelen turistlere kiralamak. Şu an yüksek sezon bitmiş, kiralar elli, altmış dolara düşmüş durumda. Yüksek sezonda ise yüz elli amerikan doları civarında oluyormuş.

Evi temizleyip, kiracılara hazır hale getiriyoruz. Bu arada mutfak lavabosunun gideri su kaçırıyor. On beş dakika yürüyüp nalbura gittim, aradığım boyut yok. Epey bir yürüyüp köyün merkezine indim. Orada da yok. Neyse, neredeyse bir saat sonra dönebildim. Burada yaşamak için bir araba, en azından bisiklet şart. Kabanyalar çok geniş bir araziye dağılmış durumda. Bütün bu arazide yeşillik var ama aslında taban kumluk. Bildiğimiz plaj kumu, bayağı içerlere kadar giriyor. Aradığım parçayı bulamayınca, bizim ustalardan öğrendiğim, her şeyi silikonla tamir et yöntemini uygulayarak, bir şekilde problemi çözdüm. Asıl mesleği mimar olan Katrin bu durumda biraz hayret ve hayranlık içinde kaldı 🙂

Eşyaları Katrin’in bitişikte inşa halinde bulunan kabanyasına taşıdık. İçerde çalışan usta, buranın tipik hippilerinden, konu nereden çıktı bilmiyorum, pozitif ve negatif enerjiler üzerine ilginç yorumlarda bulunduğu bir konuşma yaptık. Eleman enerji menerji konuşuyor ama dandik bir bungalovu bir senedir bitirememiş. Katrin’e sana bizim Cafer Ustayı getireyim, on günde bunu halleder dedim. O da bu yavaşlıktan şikayetçi ama burası Güney Amerika diyor, yapacak bir şey yok.

Brezilaya’ya ayak basma

Bu işleri halledince, yine on beş dakika yürüme mesafesinde bulunan yeni otobüs terminaline gittik. Terminal dediysem, bir tane kulübe. Otobüsler turistik alana girmesin diye yeni açılmış. Cuma günü için Montevideo biletimi aldım. Sonra ilk gelen otobüsle kırk, elli kilometre mesafedeki Chuy şehrine gittik. Brezilya, Uruguay sınırı şehrin tam ortasından geçiyor. O nedenle şehri ortadan bölen cadde iki tarafda da gidiş-geliş. Bilmeyen birisi, şaşırabilir ki ilk başta ben de anlamadım. Bu sınırı belirten hiç bir yazı, bayrak bir şey yok. Sadece bir tane taş bankı iki ayrı renge boyamışlar. O kadar. Ha bir de caddenin bu tarafında tabelalar İspanyolca, karşısında Portekizce…

Ortanın solu Uruguay, sağı Brezilya
Ortanın solu Uruguay, sağı Brezilya

Buraya özellikle Brezilyalılar, Uruguay tarafındaki free-shoplardan alış veriş için geliyorlar. Brezilya tarafında ise genelde tekstil satan yerler var. Chuy’a varınca Brezilya tarafında bir Bauru yiyoruz. Bauru, yumurtalı, jambonlu, peynirli hamburger. Bir tanesi iki kişi doyurur, ki son kalan iki parçayı köpeklere paket yaptırıyoruz.

Biraz alış verişten sonra araba kiraladığımız adamla buluşuyoruz. Evet, bir araba kiraladık, biraz kazık oldu, bir günü 150 lira, ama Uruguay’da otomobil ile ilgili her şey pahalı. Üstelik bu kiralama bir acentadan falan değil, tanıdık aracılığıyla. Araç sahibi Mauricio, sorun falan çıkarsa, arabayı bir arkadaşımız verdi dersiniz, biliyorsunuz ben ufak bir işletmeyim diyor. Farları sürekli açık tutun, bu Uruguayda zorunlu, bir de yüzü geçmeyin kimse sizi durdurmaz diye de ekliyor.

Cabo Polonio

Araba kiralama da hedef, Cabo Polonio’ya gitmek. Önce köye gidip ufak sırt çantalarını alıyoruz, ama ben Katrin’i tam dinlemediğim için daha başıma gelecekleri bilmiyorum. Cabo Polonio’ya varmadan benzini tamamlıyoruz, litresi üç buçuk lira. Sonra bir yere geliyoruz, arabayı bir parka bırakıyoruz. Bundan sonra kumluk alanmış, ancak milli parkın kamyonları ile gidilebiliyormuş.

Bu arada yağmur fırtına başlıyor. Üzerimde sadece tişört, sırılsıklam, kamyonun kasasında yarım saat bir yolculuktan sonra Cabo Polonio’ya varıyoruz. Bu kum tepeleri arasında yolculuk bitince, iki tarafı koy bir buruna geliniyor. Hava güzel, deniz sakin olsa muhteşem bir yer.

Polonio’da önce kalacak bir yer arıyoruz. En ucuz koğuşlar kırk lira, odalar ise yüz elli’den iki yüz elliye kadar. Oda dedi isem, bunlar otel falan değil. Hepsi, derme çatma kulübeler, ufak kabanyalar. Millet tıkış tıkış kalıyor. Yüz yirmi dolar istenen bir odada kapıyı açıyorsun ve bir yatak, o kadar. Ayakta duracak bir santimetre kare bile yok.

Etrafda herkes hippi, bohem modunda. Gençlerde kirli uzun sakallar, sarkık tişörtler, eşofmanlar, kızlar, her tarafı boncuklar.. İki kişiden birinde bir gitar “Akdeniz akşamları” modunda takılıyorlar. Bu arada sağanak yağmur devam ediyor. Ben Hindistandan aldığım ince saronga (pareo) sarılmış titreyerek bu manzarayı tamamlıyorum.

Bir de günlerdir yanımda bu durumlar için taşıdığım feneri, zoom lensi, poları olayı anlamadığım için almadığıma yanıyorum. Gece elektrik yok, bazı yerler kendince çözümler bulmuşlar. Geçen seneye kadar telefon da çekmiyormuş.

Her şeyi anladım da bu beş parasız hippi modunda takılan tiplerin bu kadar pahalı geceleme ücretlerini ve yeme içme masraflarını nasıl ödediklerini çözemedim. Demek ki burada moda bu.. şekil hippiliği.

Tam Katrin’e şu gelen kamyona binip geri dönelim diyecekken, bir de yamaca doğru bulunan kabanyalara bakalım diyoruz. Bir tane ufak bir evde, geceliği yüz liraya bir oda-yatak buluyoruz. Yani kapı yarım açılıyor, oda dedikleri sadece yatak.

Artık yapacak bir şey yok, kalacağız. Üstelik kiralayan çocuklar sempatik tipler. Daha sonra konuşunken birisi “ben de Türküm” diyor. Dedeleri İzmir Musevisi imiş. Geçen yıllarda eski bir Pejo ile babası falan dünya turuna çıkmışlar. Türkiye’de Fenerbahçeli Lugano, Roberto Carlos ile görüşmüşler, bana fotoğrafları gösteriyor. Türkiye’de haber olmuşlar. İnternet sayfaları da var; www.uruguayporelmundo.com

Sonra yağmur kesilir gibi oluyor, muhteşem bir güneş batışı, gökkuşağı keyifleri yerine getiriyor. Sadece bu manzarayı yaşamak o ana kadar çektiğim tüm çileleri sıfırlıyor. Sonra yolda aldığımız ev yapımı ekmek, peynir ve kırmızı biber salçası ile akşam yemeğini yiyoruz. Elbette bir büyük Patricia birası olaya eşlik ediyor…

Bir Cevap Yazın