Johannesburg

Şu an Johannesburg Diamond Diggers’da kalıyoruz, Mozambik’ten ayrılalı iki gün oldu. O günlerle ilgili epey bir yazdım ama bizim ufak bilgisayardan hostelin bilgisayarına yazdıklarımı aktaramıyorum. Çünkü, virüs falan bulaşmasın diye çoğu yerde olduğu gibi burada da USB kullanımı yasak. Başka şekil bağlantıya da izin vermiyorlar. Sonunda bedava İnternet olan bir yer bulduk ama bir işe yaramıyor.

Aslında Wi-Fi’da var, o işimi görürdü ama birisi hacklemiş, şifreyi değiştirmiş. Düzeltme yolunu söyledim ama iki gündür bilgisayarcı bekliyorlar. Buna şaşırmadım, buralarda her iş böyle. Daha önce üç hamburgere 45 dakika bekledik yazmıştım, Mozambik’te kaldığımız yerde bir çift, iki tost için tam iki saat beklediler…

Namibia vizesi

Şu an Güney Afrika’dayız, dün ve bugün Pretoria’ya gidip Namibya vizesini, konsolosluk görevlisinin ufak tefek kıllıklarına rağmen aldık. Adam bizim aslında Mısır’a gitmemiz gerektiğini söyledi. Uçak biletlerini, özellikle dönüş biletini istedi. Biz de Cape Town’a otobüs bileti alıp onu gösterdik. Böylece Victoria şelalelerine gitme olasılığı yok oldu. Çünkü tek girişli vize verdi. Üstelik, Zambia vize için iki hafta bekletiyor diyorlar.

Joannesburg’da iki gün kaldık, sabahları Pretoria’ya vize almaya gittik. İkinci gün öğleden sonra bir tur alıp biraz şehri gezdim. Johannesburg hakkında genel bir fikrim oldu. Şimdi sakin sakin bunlar hakkında biraz yazayım..

Konaklama

Diamond Diggers şehir merkezinin biraz dışında, büyük bir ev. Daha önce de örneklerini gördüğümüz gibi, girişimci çocuklar, babalarından kalan havuzlu o büyük villayı backpackers yapmışlar. Bir bölümünde köpekleri ile kendileri de kalmaya devam ediyorlar. Mekan nispeten güvenli bir bölgede sayılır. En azından gündüzleri süpermarkete kadar yürüme gidilebiliyor. İlk gün geldiler bizi hava limanından aldılar. Böyle bir servisleri var, yoksa Johannesburg’ta bir yerden bir yere gitmek güvenlik açısından sıkıntılı. Çözümü böyle bulmuşlar. Bizi iki gün otobüs terminalinde güvenlikli alana bırakıp, dönüşte aldılar. Güvenlikli terminal alanı diyorum ama camlarda kurşun izleri var. İlk gün beklerken, o kırık camların arasında bir tane ayakkabı gördük, akşam döndüğümüzde hala oradaydı.

Johannesburg şu an dünyanın en tehlikeli şehirlerinden biri. Merkezdeki tüm o gökdelenler fakir halk tarafından işgal edilmiş. O anlı şanlı büyük şirketler de merkezlerini şehir dışına taşımışlar. Bir çok yerde karşılaştığımız Avusturyalı Jubert amca, şehir merkezinde bir hostelde kalmış. Daha sokağa adım atar atmaz, bıçağı boynunda görmüş. Şansına o an iki polis gelmiş de, bırakıp kaçmışlar.

Pretoria güvenlik açısından daha rahat. Çünkü tüm devlet kurumları, elçilikler orada. O nedenle vize başvuru sonrası kalan zamanda rahat rahat sokaklarda yürümenin keyfini çıkarıp, alışveriş merkezlerini ziyaret ettik. Gerçi biraz da mecburen ettik, çünkü vize ücretini yatıracağımız banka o alışveriş merkezinin içindeydi.

Şehir turu

İkinci gün öğlen için şehir turu aldım. Rehberim Moses Gambushe açık mavi gömleği, kırmızı kravatı ve manda kasa bir Mercedes otomobili ile geldi. Sanırım ömrümde yapacağım en lüks tur olacak. Otomobilden fotoğraf çekebilir miyim diye sordum. Güvenli yerlerde söylerim camı açarsın dedi. Tehlikeli bir durum görürsem söyleyeceğim, hemen kapat diye de ekledi. Moses beni, şehrin pek tekin olmayan merkezi bölgesinde dolaştırdı. Irk ayrımı müzesine götürdü, insanın ne kadar vahşi bir yaratık olduğunu bir kez daha gördük. Üstelik bunu yapanlar uygarlık falan mangalda toz bırakmayan beyaz adamlar.

Anti parantez bir olay anlatayım. Diomand Diggers’a son gün Wi-Fi tamiri için zenci, gayet şık giyimli bir eleman geldi. İki gündür evin içinde uysal uysal gezen evin köpeği bunu görünce havlayarak saldırdı. Eleman fena bozuldu. Ev sahipleri özür falan diledi ama mekanda o kadar, her ülkeden gezgin var ama köpek bir tek zenci elemana havladı. Bu bile ırk ayrımının bir sonucu. Hayvan deyip geçme, sahibinin duygularına tercüman oluyor. Ha bu arada, o kadar açıklamama rağmen, eleman, belki o moral bozukluğuyla, şifreyi resetleyemedi. Niye yapamadı anlamadım.

Neyse son olarak Roof of Afrika olarak bilinen 50 katlı Carlton Centre gittik. Tepeden şehri gözlemledik. Bina tamamen terk edilmiş. Arada bir alışveriş katı var. Orada Mac Donalds’ta Moses ile hamburger yedik. Moses nasıl olsa ben ödüyorum diye menüye biraz fazla abandı. Bu biraz canımı sıktı, ne de olsa, kıt kanaat geziyoruz buralarda ama bir şey demedim. Ne diyeceğim. Onun gözünde, adam buraya kadar gelmiş geziyor, ona koymaz durumu var, anlıyorum. Bu da böyle bir olay işte.. Tur sonunda beni guesthouse’a geri bıraktı.

Şehirde, her yerde gelecek olan dünya kupasının reklamları falan görülüyor. Güney Afrika için önemli bir olay. Bu da kayıtlara geçsin..

Yarin sabah erkenden Namibya’ya gidiyoruz. Bir araç kiralayıp ayın on ikisine kadar kalacağız. Sonra otobüsle Cape Town’a geçip son haftayı o çevrede geçireceğiz.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Bir Cevap Yazın