Sousse

Sabah erkenden kalktık, bu sefer otelde kahvaltımızı yapıp yine yollara düştük. Tren garı yakında, yürüyerek altı yedi dakika kadar bir mesafede. Birinci sınıf bilet bizim paramızla 10 küsur lira. İkinci sınıfla arasında fiyat ve koltuk olarak pek fark yok. Tren 8.40’da kalkıyor ve yer numaralarını ise kimse önemsemiyor.

İki buçuk saatte Sousse’ye vardık. Haritadan mesafeyi anlamadık, gideceğimiz Emira Otel için bir taksiye bindik ve iki dakika sonra da indik. Taksici 60 kuruş aldı. Taksi sur içine giremiyor. Pazar var. Üç adımlık yolu kalabalıktan on dakikada alarak Emira’ya ulaştık.

Resepsiyoncu amca bir garip. Fiyat soruyorum, ne verirsen diyor. Oda temiz olsun diyorum nasıl istersen diyor. Neyse ekstradan bahşiş istediğini açık açık belirtti de olayı anladık. Oda 20 dedik tamam dedi. Bahşiş 5 dedik ona da mutlu oldu. Keşke odayı 15 deseydim…

Oda temiz, yüksek duvarlı bir balkonu var, sadece gökyüzü gözüküyor. Banyo idare eder. Aslında şu an sezon bitti. Sahilde bulunan plaj otellerinden birine gitsek gayet uygun bir fiyata kalabilirdik. Ama olayı backpacker’a bağladık ya sonradan aklımıza geldi. Bir de turizmci olacağız… Akşam sahile inince, 4 yıldızlı birine fiyat sordum 70 mi 80 mi öyle bir şey söyledi ama 50 desem tamam diyecek gibi gözümüzün içine bakıyordu (tüm bu fiyatlar Tunus dinarı)

Eşyaları Emira’ya bıraktık, şehri dolaşmaya çıktık. Bugün buranın pazarı, dar sokaklar tıkış tıkış. Başkentin beyaz tenli hatunları burada esmerleştiler. Başları kapalı sayısı daha fazla ama blucin satan mağazalar burada da pantolonları popolar göze sokularak sergiliyorlar.

Önce yakında bulunan camiye gittik. Kapıda “Selâmün aleyküm” dedim. Görevli “Türki?” diye sordu ve içeri davet etti. Konuşmamızdan anladı. Arapça bir acayip boğazın içinden, boğuk konuşuluyor, imamlardan duymuşsunuzdur. Biz Türkçe gibi net ve düz söyleyince anlaşılmıyor. Mesela cami derken cuma ile camaa arası bir şey söylüyorlar. Haliyle bizim “cami” dememiz, kelime Arapça olsa da anlaşılmıyor. “Merhaba” diyorsun onu bile anlamıyorlar. Neyse, camide çalışma var, sadece avluda dolaşabiliyoruz.

Camiden çıkınca biraz ilerde bulunan Ribat’ı ziyaret ettik. Giriş dört dinar ve yine fotoğraf için bir dinar ödeniyor. Tepedeki kuleye kadar çıkılıyor, yukarıdan manzara güzel. Sonra surları içeriden takip edip Dar Essid, ev müzesine vardık. Burası da Sidi Bou Said’de gezdiğimiz gibi eski bir konak, müzeye çevrilmiş. Giriş ücreti üç artı bir dinar. Buranın üst katı şehri daha da yüksekten görüyor. Tavsiye edilir. Zaten Sousse’de yapacak fazla da bir şey yok. Bir de Arkeoloji Müzesi varmış ama restorasyon nedeniyle kapalı imiş. Öğrendiğimiz iyi oldu, ta şehrin öbür tarafına gidecektik. Böylece sabah Tunus’dan çıktık, öğlen olmadan Sousse’yi de gezdik, bitirdik.

Tekrar merkeze indik, meydanda bulunan turizm bürosuna bir kaç şey sorduk. Sonra yemek için restoranlara baktık. Fiyatlar bana abartılı geldi. Hemen yakında bulunan Caracas’a baktık. Burada fiyatlar çok uygun, pizza, spagetti vesaire var. Ben ton balıklı bir spagetti istedim. Önce her zaman olduğu gibi zeytinyağlı acı biber sosu geldi. Yemekler öyle bol kepçe idi ki bitiremedim vallahi, Arzu bir çeyrek zor yedi.

Yemek sonrası sahile doğru yürüdük. Klasik bir Akdeniz şehri, sıra sıra oteller, plaj… Aslında hava sıcaktı, denize girenler de vardı. Ama otele dönüp, mayoları falan almak zor geldi. Kumsalda biraz oturup gerisin geri merkeze döndük. Arzu alış veriş için Magazin Mağazasına girdi, ben de Caracas’ın bitişiğinde bulunan kafeye çöküp, yaşlı turist amcalarla birlikte gelen geçeni seyre daldım. Sezon bitmiş, ortalıkta sadece emekliler kalmış. Güneşten pelte olmuş vaziyette iken Arzu arzı endam etti.

Sousse turistik bir şehir. Bu tür şehirlerde anutçu-satıcı takımı hep problemdir. Ama burada onları oldukça efendi gördüm. Belki de Türküz dediğimiz için fazla askıntı olmadılar. Bir hanutçu “Selâmün aleyküm” dedi, gayet doğal bir “Aleykümselam” verince, anında arkasını döndü, kayboldu. Aslında Tunus’da Türk olmak, ilgi ve alaka çekiyor. İnsanlar sempati ile yaklaşıyor. Televizyonlarda sürekli bizim diziler dönüyor. Tanıdığımız, bildiğimiz oyuncuları Arapça seyretmek garip oluyor ama bir keresinde sıkılmadan sonuna kadar seyrettik.

Ezan 17.10’da okundu. Yani hava erken kararıyor. Dikkatimi çeken, ezanı bir kere okudular, üç dört cümle de bitirdiler. Belki cumartesi akşamları böyledir, belki de bu şehirde böyledir. Anlamadım vallahi…

Öğlen öyle çok yemek yedik ki akşam bir kaç bisküvi ile olayı hallettik. Arzu duş almak istedi. Bu sefer olay normalleşti, yani her zamanki gibi sıcak su yok 😀 Bu sıcak ülkelerde bir güzel şey, genelde normal su hafif ılık oluyor, idare etti artık…

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Bir Cevap Yazın